Düşünüyorum da neden bazen bizler bir girdabın içinde sürekli dolanıp duruyoruz. Neden bizlere iyi gelmeyen şeylerle yaşamaya diretiyoruz kendimizi. Kazancımız ne belki de bunca kayıp varken... Batmak üzere veya batan bir gemideyiz. Gemi suların sığlarına doğru gidiyor ama sırf o gemide yaşadık, anılarımız var ve emek verdik diye gemiyi bırakamıyoruz. Oysa ki gemi battı ve sen içinde batanla birlikte onu bırakman gerektiğinin farkında olarak ayrılmıyorsun ondan. Evet konunun gemiyle ve batmasıyla bir alakası yok. Konu sensin konu benim. Konu bizim vazgeçmediklerimiz, alışkanlıklarımız, kendimizi belki de hiçe sayarak önümüze koyduklarımız ve kaybolduklarımız. Kendimden yola çıkarakta bu yazıda kısaca buna değinmek istiyorum. Çok seviyorum, çok değer veriyorum ve evet çok EMEK verdim. ama sonuç bana iyi gelmiyor ve başka bir sonuç bırakamıyorum. Farkında mısın iki türlüsü de sadece bana zarar veriyor. Acı olan da bu farkında olmak. Bazen farkında olmak olan şeyden daha ...
Bazen tek başımayken sessizlik içinde kendi gürültüme bile katlanamıyorum ve içimdeki, zihnimdeki o sesler yük olmakla beraber beni yiyor ve bitiriyor.
Kendi kendimle konuşuyorum en başta, kendimle arkadaşlık bağı kurmaya çalışıyorum. Kendime anlatıp kendim cevaplıyorum bazı soruları. Soruların muhattabı ben miyim sanırım değilim. Peki neden cevaplayan ben oluyorum. Çünkü belirsizliği yitirmeye ihtiyacım var. Soru işaretlerinin gitmesi için muhattabı olacak kişiyle sorular ve şüpheler daha da çok artıyor gibi. Cevap aramaya ve bulmaya çalıştıkça ilginç ve komik olanı soruların daha da gürültü şeklinde kafamın içinde beni iyice bastırmaya başlaması...
KENDİMİ SORULARLA BOĞUŞURKEN BULUYORUM ADETA. ama sonra fark ediyorum ki her soru benim düşmanım, duygularımın zihinsel boyutu. Öfkem, kırgınlığım, şüphelerim, kinim, affedemeyişlerim, sineye çekemeyişlerim ve çırpınışlarım. Duygularımı zihinsel boyutta sorguya çekiyorum meğersem.
Bazen en üzücü olan da bunun farkında olup bir süre hiçbir şey yapamamak. Bu öyle bir zehir ki insanın içine işleyen ve adeta vücuda yavaşça yayılan bir zehir. Zamanla vücut o zehre alışıyor mu yoksa zehri dışarı mı atıyor bilemiyorum ancak sanırım ben o zehirle ve düşmanlarla mücadele etmeye başlıyorum.
Kafamın içindeki tüm o sorular ve mücadelem;
aslında benim kişi olarak sorularımın, şüphelerimi yansıtıp karşılık bulamadığım kişiyle mücadele etmemin başka bir yolu.
Ne acıdır ki sorularımın, belirsizliğin, kırgınlıkların sana bunu hissetirenin mücadelesi ve çabası olmadan kendi içinde yaşayıp aşmaya çalışman. Belki tamamen belki değil ama kendi versiyonunun o şartlar gereği en iyisi olman için çaba göstermen.
Gerçeklik terapisi de şunu diyor:
Kişiler acı içinde o acıya en iyi gelecek şey ile kendilerini savunur ve mücadelesini eder. Mücadele yolu başkalarına sağlıksız gelse dahi kişi bunun faydalı olacağını düşünerek kendisi için şarlarınca en iyi yol o diye düşünür ve elinden gelen süreci, çabayı ortaya koyar.
Kimsenin mücadelesini, sürecini ve sonucunu ne hafife almak gerek ne de eleştirmek. Çünkü o kişinin o an kendisine yapabileceği en iyi şeyi hatta tek şey yapmasını gözardı etmeden yaklaşmak gerek. Sana göre hafif gelebilir, sana göre kötü bir yol gibi gelebilir ama o kendi hikayesinde o süreçte ve dönemde en iyisini yapmak için çabalıyor ve o an ruh hali gereği en iyisi olmasa bile elinden gelen tek şeyi gösteriyor.
İşte benim de bu mücadelemde en iyi şey duygu yüklü soruları ve sorunları zihinsel boyutta aşmaya çalışıp, belki işlevsel belki değil kendimce çözmeye ve alışmaya çalışmak.
İnanıyorum bu çaba sonunda kazanan ben olacağım, SEN OLACAKSIN. Yoksa kim çıkaracak buradan seni. En yakın arkadaşın mı, annen veya kardeşin mi belki de sevgilin mi... Üstelik sorunlarının kaynağı bu kişilerden biri veya sayamadığım birindense o mu?!
KİMSE DEĞİL!
Sen yapacaksın, ben yapacağım. Çünkü bunu muhattabı böyle uygun gördü. Bu soruları ya hiçe sayacak devam edeceksin ya da içinde çözümleyecek ve öyle ilerleyeceksin. Çünkü başkalarının algısında kendini bulamazsın. Sancıların artar, ağrı kesici görevi görürler ve günün sonunda tek başına kalırsın, düşünürsün.
E asıl muhattabı da buna yönelik bir çaba bir eylem yoksa Ne yapacaksın. İş başa düştü dediğini duyar gibiyim. Çünkü ben bunu dicektim. İş başa düştü.
Hepimiz kendi savaşımızda ve kendi cephemizdeyiz. Ya kazanacak ya kaybedeceğiz.
Buraya kadar gelip içsel dünyama tanıklık ettiğin için teşekkür ederim. Ben de tanıklık edebilirim. Fikirlerinizi bekliyor ve heyecanla okuyor olacağım.:)
Ben hiç susturamadım :)
YanıtlaSilHep bir şeyler fısıldadı :D
Belki de doğru sesleri dinlemenin zamanı gelmiştir. Yanlış sesler ile doğru olanları ayırmanın zamanı... Hangi sesin acı hangisinin iyi geldiğini fark edip kulağa hoş gelen veya gelmeyen bir müzik misali yavaş yavaş o sesleri kısmanın vaktı gelmiş olabilir.:)
SilOlabilir :)
Silhe hemen sustu oda doğru 😎🧠
YanıtlaSilEvet hemen susmaz ama zaman içinde iyi gelmeyen sesler kısılabilir. Azaltılabilir. Bunları susturmak senin elinde bir başkasının değil. Ama haklısın keşke hemen sus denilince küçük bir çocuk susuşu gibi susturabilsek bazen ona bile bağırınca ağlayıp daha yüksek sesler çıkarıyor. Ama içimizdeki bizi biz yapan şeylerden biri de kontrol değil midir? Belki de sesleri susturmadan önce benliğiniz kontrol etme mekanizmanızı geliştirmek gerekiyordur. Bu da zaman alacak bir şey.
Sil